Tarih 26 Ağustos 1071, yer Doğu Anadolu, Malazgirt Ovası. Sultan Alparslan, hakim bir tepenin üzerinde, binlerce yiğit savaşçıdan müteşekkil ordusunun önünde, saldırı emrini vermek üzere beklemektedir. Birazdan bu ovada kıyamet kopacak ve bu kavga, tarihin akışını değiştiren bir savaş olarak bütün defterlere yazılacaktır.
Ecel seferi başlıyor
Ve tarih 1072, Malazgirt’ten bir yıl sonra. 200 bin kişilik muhteşem ve yenilmez Selçuklu ordusu, Sultan Alparslan önderliğinde, Semerkant istikametine doğru yeni bir sefere çıkmış haldedir. Yolda ilerlerken, önlerine çıkan bir kaleyi de alarak, arkalarını sağlama almak isterler. Sultan Alparslan birliklerine saldırı emri verir, zaten sonuçtan emindir. Fakat kalenin kumandanı Harezmli Yusuf, Sultan’ın sayıca çok büyük ordusu karşısında inanılmaz bir direniş gösterir. Neticede Selçuklu Ordusu galip gelir, kale alınır ve kale kumandanı Yusuf esir olarak Sultan’ın huzuruna getirilir.
Esiri küçümsedi
Sultan Alparslan, yere dört kazık çakılıp, Yusuf’un bu kazıklara bağlanarak dört parçaya ayrılması emrini verdi. Yusuf aşağılayan bir tavırla haykırdı: “Erkek gibi savaşmış birine böyle muamele reva görülür mü ?” Alparslan cevap bile vermeden başını çevirdi. Tutsak tekrar Sultan’ı azarlar gibi seslendi:“Hey karı kılıklı, sana söylüyorum!!!”
Kibir, öfke ve ölüm
Sultan bir anda sanki akrep sokmuş gibi yerinden sıçradı. Yayını kaptı, bir ok çekip taktı ve fırlatmadan önce muhafızlarına tutsağı bırakmalarını emretti. Öfkeden çıldırmak üzereydi. Nişan aldı ve hedefine doğru fırlattı, ama Yusuf’u vuramadı! Ve Sultan ikinci bir oka uzanmaya fırsat bulamadan tutsak üzerine atıldı. Alparslan geri kaçmaya çalışırken ayağı bir mindere takılıp sendeledi ve yere devrildi. Yusuf üzerine çökmüştü bile, elinde giysilerinin içinde sakladığı bir hançer vardı. Kafasına bir gürz yemeden önce Sultan’ın böğrünü deşecek zamanı buldu yine de. Askerler Yusuf’u oracıkta parçaladılar.
Son pişmanlık…
Sultan Alparslan dört gün can çekiştikten sonra öldü. Dönemin vakanüvisleri sultanın son sözlerini şöyle naklettiler: “Daha dün bir tepenin üstünden birliklerimi teftiş ediyordum, onların adımlarının altında yerin sarsıldığını hissettim ve kendi kendime, `Şu cihanın hakimiyim! Benimle kim boy ölçüşebilir?` dedim. Allah bu kibrime, bu böbürlenmeme karşı, insanların en sefilini, yenilmiş, esir düşmüş bir adamı, bir idam mahkumunu saldı üzerime; o benden daha güçlü çıktı, vurdu devirdi beni tahtımdan, aldı canımı.”
Kuşkusuz Sultan Alparslan büyük kumandandı, hiç kimselerin ummadığı bir anda koskoca Bizans Ordusu’nu tarümar etmişti, kuşkusuz o günlerde dünyanın en güçlü insanı oydu, ağzından çıkan her cümle emir telâkki ediliyordu, o çağda ve haritanın o yakasında, hikmetinden suâl edebilecek bir Allah’ın kulu yoktu!
Onur, kibiri yendi
Ve elbette tarih kitapları Yusuf’tan çok az bahsetti ve bahsedenler de, hep ona lanet okuyarak adını andılar. Oysa Harezm’li Yusuf aslında o gün orada kendi evini, kendi ailesini, kendi gururunu ve şerefini koruyordu, gerçekte belki de Sultan Alparslan’a düşmanlığı bile yoktu. O gün tarihin o aralığında o kalenin kumandanıydı ve kaderin bir cilvesi olarak orada bulunuyordu.
Kıssadan hisse; nerede yersiz bir kibir varsa, orada onurunu savunacak bir Yusuf her daim vardır ve var olacaktır, hayatın ve tabiatın sarsılmaz kanunudur, nokta.