90’lı yıllar Türkiye toprağının, hem ekonomik hem de siyasi açıdan, en çalkantılı dönemi olarak kayıtlara geçti. 91 yılında Körfez Savaşı patladı, Irak haritadan silinecekti, ABD’nin kararı bu gibi görünüyordu. Turgut Özal, bu kargaşadan istifade, Musul-Kerkük hattını tutabilmek gibi “boyundan büyük” hayaller kuruyordu, hiç umulmadık bir zamanda ve bir Orta-Asya gezisi dönüşü göçtüğünü biliyoruz. Ve aynı zaman diliminde tekmil Türk Solu’nun Kürt siyasi hareketi içinde erimeye yüz tuttuğunu görüyoruz. CHP’yi ve/veya SHP’yi “sol” kabul etmek için hiçbir gerekçeye sahip değiliz, o halde ve böyle ise,1990’lı yıllarda, geri kalan küçük-büyük bütün sol’un Kürt siyasi şemsiyesi altına girdiğine hükmetmek zorundayız.
Sosyalizm öldü, yaşasın “etno siyaset”
Kürt şemsiyesine girmeyi şu veya bu nedenle uygun görmeyen sol yapılar ise, Alevilik kimliği üzerinden siyaset yapmayı düstur edindiler. Şu halde Türk Solu’nda iki “ana akım” ortaya çıkıyordu; Kürtçülük ve Alevicilik! Ve işin doğrusunu söylemek gerekirse, bu tercih, sosyalist önderlerin de işine geliyordu, çünkü sofra hazırdı ve zahmeti yoktu! Alevilik zaten bin yıllık bir kadim meseleydi, hâlâ kanayan bir yaraydı ve bu inanca mensup on binlerce yoksul Alevi genci, potansiyel kadro olarak zaten ortada duruyordu. Kürtçü akıma gelince, üzerinde kelâm etmeye bile lüzum yok; zaten “her şey” hazırdı! Tek yapılması gereken, PKK’nin sosyalist-sol bir örgüt olduğuna inanmak ve inandırmaktı, Türk Solu’nun bu görevi layıkıyla yaptığını kabul etmek durumundayız.
YaKürt ve Alevi olmayanlar?
Peki Kürt ve Alevi olmayan kesimler? Öyle ya, Anadolu’da çok kalabalık bir Sünni-Türk nüfus yaşıyordu ve herhalde bu sosyal yapı içinde de yoksullar, emekçiler, garibanlar, işçiler, köylüler vardı. Peki solcular bu kesimlerle ilgilenmeyi zahmetli ve beyhude bir çaba olarak görüyorlarsa, ki öyle gördükleri kesindir, söz konusu bu coğrafya ile kim ilgilenecektir? Klişe bir sözdür, ama tekrarlamak zorundayım, “hayat ve siyaset boşluk kaldırmaz”, varsa bir boşluk, mutlaka doldurulur. Ve doldurulmuştur. Sol’un ilgilenmeye değer bulmadığı bu geniş Türk ve Sünni Anadolu coğrafyası, İslamcı-milliyetçi-muhafazakar siyasi gelenek tarafından başarıyla doldurulmuştur.
Sol’un acınası hali
Ve bu tespiti yapmamıza sebep olan da, Türk Solu’nun elli yıllık hazin hikayesi, yani bizzat Sol’un kendisidir! Şimdi yeniden yazımızın başında söz ettiğimiz manifestonun son cümlesini hatırlamanın zamanıdır, ne diyordu; “eğer Türkiye’de sosyalizm mücadelesi yeniden filizlenecekse, mutlaka TÜRK ve SÜNNİ bir tabana dayanmak zorundadır!” O yazı kaleme alındığında tarih yaprakları 1992 yılına işaret ediyordu, çeyrek asırdan fazla bir zaman dilimi. Peki tarih bu süreçte kimi doğruladı, bu tespiti yapanı mı, yoksa bununla dalga geçeni mi? Peki bunca olan bitenden sonra bile, Türk Solu’nun kendisini gözden geçirmeye, özeleştiri yapmaya ve yeni bir başlangıca mecali var mı? Elbette hayır. Onlar şimdi CHP’den ve HDP’den“mebus” seçilme derdindeler! Emek mi, yoksullar mı, işçiler mi, işsizler mi, köylüler mi, garipler mi… Ne yapsınlar canım, her şeyle ilgilenemezler ya, onlarla da başkaları ilgilensin!!! (Bitti).