Önümüz kurban. Malum olduğu üzere Müslümanların, yılda bir adına Kurban Bayramı dediği bir ibadeti var. Bayramlar insanların bir araya geldiği, küslerin barıştığı, ayrı olanların kavuştuğu bir buluşmadır aslında. Artık bu bayramı ne kadar ruhuna uygun kutluyoruz orası tartışılır. Yılda bir ifa ettiğimiz bu bayram son yıllarda akademide yılın hemen hemen her ayında gerçekleştiriliyor. Neyden mi bahsediyorum? Buyurun okumaya…
Akademide özellikle fen ve tıp bilimlerinde kitap pek fazla yazılmaz. Çünkü kitap emek isteyen, yazımı ve yayımı uzun bir araştırma ve süreç gerektiren meşakkatli bir iştir. Bu bilim alanlarında makale daha çok tercih edilir. Çünkü makale, yazması daha az zaman alan ve yayımlanması daha kolay ve çabuk olandır. Sosyal bilimler için ise hem makale hem de kitap uzun ve yorucu bir çabanın ürünüdür. Sosyal bilimler yoktan var etme “yazma/yaratma” sürecidir. Fen ve tıp bilimleri ise deney, gözlem ve var olanların analizinden hareket eder. Hal böyle olunca fen ve tıp bilimlerinde kurbanda danaya paya girer gibi şeriki çoktur. Bazen bu alanda yayımlanmış makalelerde onun üzerinde isme rastlarsınız. Malumunuz kurbanı kesen kasaptır, bütün iş ve sorumluluk onun üzerindedir. Diğer pay sahipleri kurbanın üzerine ellerini koyarlar ve vekaleti kasaba, kurbanı kesene verirler.
“Vekaletinizi veriyor musunuz?” (3 defa sorulur)
“Veriyoruz” (3 defa cevap verilir)
Bu hastalık son zamanlarda sosyal bilimlere de sirayet etti. Gün geçmiyor ki -hem de birbirileri ile hiç alakası olmayan bilim dallarındaki akademisyenler danaya kurbana girer gibi- ortaklaşa yayımlanan bu tür makalelere rastlamayalım. Yukarıda belirttim, sosyal bilimlerde yazılan makale ve kitap bir yazım/yaratım sürecidir. Bu süreç ferdi bir süreçtir. Ferdi bir yazım/yaratım süreci nasıl oluyor da bir düzüne insanla gerçekleştiriliyor. Sosyal bilimlerde bana göre en fazla iki yazarla ortak yayım yapılabilir. Bu da birbirine yakın alanlardaki kişilerle ve tez danışmanı ile tez öğrencisinin ortak yayını olabilir. Birbiriyle yakından uzaktan alakası olmayan akademisyenleri bir araya getiren ve hiç alakasız bir dergide yayım yapmalarını sağlayan saik nedir? YÖK bu gidişe bir dur demeli. Bu yolla alınmış unvanları ve kadroları iptal etmeli. Bir “akademik dergi” düşünün ki aylık yayım yapsın. Aylık olarak Rusya’da yayınlanan sözüm ona uluslararası indeksli dergide para karşılığı makale yayımlayarak unvan alan akademisyenleri YÖK ne zaman görecek? Yine sözüm ona uluslararası indeksli adı “Dinler” olan dergide teoloji ile yakından uzaktan alakası olmayan ve beş benzemez alanda çalışan akademisyenlerin danaya kurbana girer gibi yüksek meblağlar vererek makale yayımladıklarını YÖK görmüyor mu? Akademik etiğe aykırı yapılan yayımlarla kadro alınıyor, unvan alınıyor. Bu ahlaksızlıktır! YÖK bu ahlaksızlığa bir an önce dur demeli…
Geçen yazılarımın birinde değinmiştim. Nicelik hastalığımız nitelik arayışımızı baltalıyor. Her şeyde olduğu gibi akademide de “-mış gibi” yapmak salgın hale geldi. Ne yazdığınızın, ilim âlemine ne kattığınızın hiçbir kıymeti yok. Sadece istatistiki bilgiden ibaret olan bir ilim anlayışı hâkim kılınmaya çalışılıyor. Hepsi uluslararası ticari bir şirket olan indeksler, “akademik ticaret” yapıyorlar ve bizim gibi ikinci, üçüncü sınıf ülkeler de buna teşne oluyor. Oyunu kuran elbette oyunun kurallarını da kendisi belirler. Bizim gibi gönüllü figüranlar da bu değirmene su taşımaya devam eder. Bizim TR DİZİN diye bir dizinimiz var. Bu dizini geliştirin, Türk akademisinin niteliğe odaklanan ilim yapmasının yolunu açın. Böylelikle figüranlıktan kurtuluruz, ülkemiz için nitelikli ilim yapma imkânımız olur.
Kurban edilen akademinin kanı kimlerin elinde acaba?
Bu konu akademinin kanayan yaralarından sadece biridir. Kimsenin düzeltmek gibi bir kaygısı yoktur. Her gelen bu durumu daha da yozlaştırmaktadır. Neyse...
Çok isabetli tespitler yapmışsınız sayın hocam.